Eğitim tarihimizin en önemli kişilerinden biri de şüphesiz İsmail (İsmayıl) Hakkı Baltacıoğlu’dur. Okulun öncelikle bir şahsiyet okulu olduğuna ve burada her çocuğun öncelikle kendi şahsiyetini inşa etmesi gereğine vurgu yapar. Genel olarak eğitim tarihimizde karşımıza çıkan “yaparak-yaşayarak öğrenme” dediğimiz uygulamaların çoğunun temeli Baltacıoğlu’na dayanmaktadır diyebiliriz.
Çocukların oyun haklarını elinden almak, masum birini hapse atmak gibidir.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Çocuk terbiye edilmez. O terbiyesini kendisi yapar
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Okul her şey değildir; sadece okuldur. Fikir ve tahsil yeridir.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Baltacıoğlu henüz lise yıllarında iken okuduğu “Emile” ile pedagoji alanına adım atacak ve Rousseau’nun Fransa’da “toplumu bozuyor” diye yasaklanan bu kitabı ile “bir çocuğun sahip olduğu cevherin, ona sağlanan olumlu ve teşvik edici koşullarla ortaya çıkabileceği” düşüncesine sahip olacaktı. Vefa Lisesi yıllarında okulu “ezberci” eğitim yaklaşımından dolayı eleştirmesine rağmen öğretmenlerinin çeşitliliği ve bu çeşitliliğin getirdiği zenginlik ona çok şey katar. Ezberci bir eğitim anlayışları olmasına rağmen; bir öğretmeninden güzel yazı yazmayı, birinden hitabeti, birinden şiiri vb. kazanacaktır. Aslında bu anektod bize okul kurarken seçeceğimiz öğretmen kadrosunun nasıl olması gerektiğine dair ciddi ipuçları veriyor. İyi bir matematikçi, iyi bir coğrafyacı vb. yanında öğretmenlerin arasında farklı özellikleri olan insanları bir araya getirmemizin çocukların estetik duygularını, kişiliklerini ve bilinçlerini nasıl geliştirebileceğimizin işaretidir.
İşler ve deneme bizi bize kavuşturacak tek yoldur.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
İçtimai bir mesleğin iyisi kötüsü olmaz.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Gayesi ve usulü olmayan mürebbi, mürebbi değildir.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Öğretmenin her şeyden önce sanatkar olması gerekir.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Darülfünundan mezun olduktan sonra İsmail Hakkı, öğretmenliğe başvurmak için yazı çalışmalarının olduğu bir dosya hazırlar ve Darulmuallimin’e başvurur. Maarif meclisi üyesi darülfünundan hocası olan Salih Zeki Bey, dosyayı bir süre inceledikten sonra “Peki, daha iyi yazan başka biri yoksa tamam” der. İsmail Hakkı, bu tepkiye üzülür. Salih Zeki Bey’in çok iyi bir matematikçi olmakla beraber hat yazısından pek anlamadığını düşünür. Oysa Salih Zeki Bey’in bu tavrı; İsmail Hakkı’ya liyakatin esas alındığı bir sisteme katılma arifesinde olduğunu göstermek gayesindedir.
İsmail Hakkı, göreve başladığında okul Sadri Efendi adında aşırı softa bir idareci tarafından yönetilmektedir. Sadri Efendi ve onun gibi olan başka öğretmenlerde vardır. Bir yıllık süreçte 31 Mart olayları yaşanır. Baltacıoğlu, 1908 yılında Darulmuallimin’de çalışmaya başladıktan sonra okulun müdürlüğüne Mustafa Satı Bey getiriliyor. Tevfik Fikret, Türkçe derslerine giriyor. Selim Sırrı, Hamdullah Suphi, İhsan Sungu vb. diğer öğretmenleri okulun. Okul kısa sürede yenileşmenin merkezi olarak gösteriliyor. Kadroya bakar mısınız? Satı Bey, İsmail Hakkı’nın Osmanlı yazı sanatı hakkında uzmanlığını öğrenince ona öğretmenlere konferans verme yolunu açar. İsmail Hakkı’nın tarih sahnesine ilerleyeceği dönüm noktalarından birisidir bu. Devamında İsmail Hakkı’nın Avrupa seyahatine gönderilmesi de yine Satı Bey’in tavsiyesi ile gerçekleşmiştir.
Felsefi kültürü olmayan bir insan, öğretmen olamaz.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Köpek suya düşmeyince yüzmez.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Her şeyi aramak, her şeyi görmek, her şeyi denemek gerekir.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun İngiltere gözlemlerinde okullarda ve öğretmenlerde “eğitim düzelince her şey düzelir” gibi mantık olmaması dikkat çekiyordu. İngilizlere göre pedagoji her şey değildi, en önemli şey değildi ama önemli bir şeydi. İngiliz öğretmenler belli sistemleri, usulleri ve planları bilmemelerine rağmen çocukları çok iyi yetiştiriyorlardı. Bir İngiliz öğretmen genel olarak şu temel özelliklere sahipti; hayat sevgisi, doğa sevgisi, çocuk sevgisi, özgürlük sevgisi, deney sevgisi, gezme sevgisi, özgünlük sevgisi, sadelik sevgisi ve neşe sevgisi. İngiliz öğretmen önce bir tarla hazırlıyordu. Getiriyor çocuğu, bu tarlanın içine dikiyordu. Daha sonra bu çocuğa bir tohum gibi kendi kendine gelişmesine karışmaksızın yardım ediyordu. İşte öğretmenin oynadığı rol buydu. Bu tıpkı bahçıvanlık gibi bir roldü. Tüm bunlar eğitimde sosyal anlamıyla aktif bir çevrenin yaratıcı kudretini göstermekteydi. İngiliz okulu, öğretim yöntem ve süreçlerini, bir pedagojik dogma (maşinizm) haline gelen soyut ve kuru akıl icatlarını sergileyen bir müze değil, belli başlı sosyal hayatı olan, bir organizasyondu.
Yeni okul hayata hazırlamaz, bu hayatı yaşatır.
Mr. Bedale
Brükselde gördükleri ise ona okulun doğal bir topluluk yaratarak çocukları bu doğal topluluk ile iç içe karakter inşa etmeleri gerektiğini anlatıyordu. Normal ve anormal çocukların bir arada eğitim görmeleri bu şekilde bir yaklaşımdı. Böyle bir ortamda çocukların birbirlerinden öğrenmeleri de sağlanmaktaydı. Dünyada ve ülkemizde çocukları melekelerine göre seçip, ayırıp, gruplayıp ona göre sınıflar ve okullar oluşturma gibi bir eğilim vardı. Bu hem toplum için hem de bizzat eğitim için son derece tehlikeli bir yaklaşımdır. Çocukların ayrıştırılarak eğitim görmeleri doğru değildir. Esas olan doğal hayatın ve toplumun olduğu gibi toplu eğitimdir.
Doğru, iyi ve güzel olana ihtiyaç duyulurken eğri, kötü ve çirkinle oyalanarak susmak; içtimai ölümün kendisidir.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Baltacıoğlu, yurda döner dönmez öğretmen okuluna giderek müdür Mustafa Satı Bey’e Avrupa seyahatinde gördüklerini anlatır. Satı Bey, duydukları üzerine Baltacıoğlu’un yazı derslerinin yanında el işleri dersini de vermesini ve tatbikat mektebindeki uygulama derslerine de nezaret etmesini istedi. Satı Bey, bu alanlarda müdür sıfatıyla taşıdığı yetkileri de Baltacıoğlu’na devretti. O artık resmi olarak yazı öğretmeni iken fiilen el işi ve tatbikat derslerini veren hocaların da nazır ve müfettişi olmuştu.
Henüz 26 yaşında iken 1912 yılında “Talim ve Terbiyede İnkılap” adlı ilk eserini yayınladı. Bu kitap balkan savaşını kaybeden bir ulusun onda yarattığı ruh haliyle yazılmıştı. Kitap içerdiği mesajlar itibari ile ilkleri barındırıyordu. Eğitime dair mevcut inanışları yıkmak için yazılmıştı sanki. Gerçekten de öyle oldu. Zira bu eser ile mahalle mektepleri derinden sarsıldı, bir anlamda yıkıldılar. Kitap bir ihtilal gibiydi. Örneğin “okullar kapatılmalıdır” diyordu kitap. Baltacıoğlu gerçekten de hayattan kopuk, cansız ve ruhsuz bir okulun ülkeye verebileceği zarardan dolayı kapatılması gerektiğine inanıyordu. Aynı yıl içinde 150 civarı vakıf okulu kapatıldı.
İşler ve deneme bizi bize kavuşturacak tek yoldur
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Vizyon 2023 belgesi ile Millî Eğitim Bakanlığı’nda yapılmaya çalışılan dönüşüm hareketlerine baktığımızda karşımıza Baltacıoğlu’nun Darülmuallimin’de okul gününü üçe bölerek, öğleye kadar ders öğleden sonra akşama kadar öğrencilerin bireysel çalışma yapmasına olanak sağlayan müze, kütüphane, laboratuvar, bahçe, sınıf vb. atölyeler düzenlemesinin örnek alındığını görüyoruz. Aynı şekilde bir pedagoji odası hazırlamış ve bu odada ortada büyük bir iş masası, öğrencilerin bu masaya yüzleri dönük olarak oturdukları oturaklar bulunmaktaydı. Öğrenciler çalışmalarını bu masada hep birlikte yaparlarken, öğretmen kürsüsü bu odada bulunmuyor, öğretmenlerde öğrencilerle birlikte çalışıyorlardı. 1912 yılında fahri ders nazırı olarak atandığı özel okul olan Şems-ül Mekatip’de ilk karma eğitim uygulaması, açık hava okulu uygulamaları, ders kitaplarının kaldırılması vb. çalışmaları da yakın eğitim tarihimize yön vermiştir.
Bir seferinde Sultanahmet’te okula bağlı bulunan bir yatakhanede yangın çıkar. Herkes panik ve korku içerisinde iken İsmail Hakkı, Sultanahmet meydanına koşar ve öğrencileri organize eder. Yarım saat içinde tüm yatakhanenin boşaltılmasını sağlar. İsmail Hakkı, Ortaöğretim Genel Müdürü olarak atandığı dönemde kayırmaya, iltimasa, nüfuz kullanmaya, meyletmedi ve fırsat da vermedi. Bilgi, tecrübe, kıdem ve iş bölümünü esas aldı. Okul programlarını ve dersleri baştan sona ele aldı.
İsmail Hakkı maarif nezaretinde görevliyken, kendisinin içinde bulunduğu bir grup müderris ile birlikte “Darülfünun Muhtırası” adıyla anılan beyannameyi yayınladılar. İşgale karşı bağımsızlık taraftarı duruşu ifade eden bu beyanname ile tarihe geçtiler. Bunun üzerine İngilizler pek çok müderrisi okullarından uzaklaştırdılar, iç ve dış politika ile ilgili beyan vermeleri yasaklandı vb. İsmail Hakkı bu sırada uzaklaştırılan Mehmet Emin Bey ve Şemsettin Bey’in görevlerine iade edilmelerini sağladı. Diğer uzaklaştırılan müderris ve muallimlerin unvanlarının korunması yönünde bir karar çıkarttırdı.
İsmail Hakkı, Edebiyat Fakültesi Dekanı iken 29 Mart 1922 tarihinde Rıza Tevfik derste mandacılığı savunup Türklüğü aşağılayınca öğrenciler tarafından protesto eylemleri düzenlendi. Öğrenciler Rıza Tevfik ve onun gibi hocaların atılması için dilekçe verdiler. İsmail Hakkı, dilekçeye cevaben hocalar hakkında sağlam deliller getirilmesini istedi. Kendisi de bir Türkçü olmasına rağmen kendisi ile aynı görüşte olan öğrencilerin isteklerine boyun eğmemesi, etik ilkelerini koruması ve farklı görüşteki hocaları dahi sahipleniyor oluşu tam bir liderlik dersidir. İdeolojik görüşlerinin liderlik kararlarını etkilemesine hiçbir zaman müsaade etmemiştir.
18 Ağustos 1923 tarihinde fakülteye, İsmail Hakkı’nın Maarif Vekaleti Müsteşarlığına atandığını belirten resmi yazı geldi. İsmail Hakkı bu yazıyı tartışılmak üzere müderrisler meclisine taşıdı. Müderrisler meclisi de bu resen atamanı uygun görmediği yönünde karar aldı. Bir bakanın verdiği kararı bir fakülte meclisinin kabul etmemesi yönündeki ender belki de tek karardır. İsmail Hakkı, tek başına değil fakültesinin kurulu ile karar alıyor ve birlikte çalıştığı insanları karar almaya, kararlara ortak olmaya yönlendiriyordu.
İsmail Hakkı, sürekli düşünen, gözlemleyen ve tasavvur eden bir kişiydi. Düşüncelerini yazıya döker ve sistemli hale getirirdi hep. Günlük sohbetlerinde bile elinde hep bir kalem ve not defteri olurdu. Dinlerken sorular sorar ve notlar alırdı. Aldığı notların konusuna göre de çok estetik şekiller çizerdi. Bugün zihin haritaları dediğimizi o günlerde Baltacıoğlu yapıyordu. Ortaokuldan mezun olan bir çocuğun marangozluk, bahçıvanlık, sepetçilik, duvarcılık gibi bir sanatı mutlaka bilmesi gerektiğine inanmaktaydı. Bilim insanı, diplomat, hekim olacaksa bile bunlardan birini öğrenmesi gerektiğini söylemekteydi. Bugün de halen bunları söyleyen pekçok eğitimci var. Anlamadıkları ve gözden kaçırdıkları nokta “zamanın zanaati”. Baltacıoğlu kendi çağının zanaatlerini biliyor ve bunları her bireyin kazanması gereken beceriler olarak görüyordu. Peki biz onun bu söylemlerini aynen mi almalıyız yoksa bu zamanın zanaatleri nelerdir diye bir sorgulama mı yapmalıyız? Elbette ki önce bu zamanın zanaatlerini sorgulamalı ondan sonra bu zamanın zanaatkarlarını yetiştirmeye çalışmalıyız.
Tüm bunlara ve yaptıklarına rağmen ölmeden hemen önce daveet edildiği Ankara Üniversitesi’nde sahneden inerken “Artık ölmek istiyorum” demesi Türk Milli Eğitim sisteminin geçirdiği süreçlerde yaşananların kısa bir özeti gibi…
Kaynak: Cumhuriyetçi Muhafazakar İsmail Hakkı Baltacıoğlu – Prof. Dr. İrfan ERDOĞAN
Not: Baltacıoğlu’nun kitapları ve makalelerine kısmen de olsa ulaşabiliyor lakin yaşadığı olaylara hakim olamıyorduk. İrfan Hoca büyük bir emek ile muhteşem bir kitap yazmış. Mutlaka okuyunuz…