Yapraklar çoktan kuruyup dökülmüştü O geldiğinde… Bahara hazır da olsa şehrin sokakları, hala ayazın izlerini görmek ve hissetmek mümkündü… Sahte mutlulukların, şehrin sokak ve caddelerini işgal ettiği dönemlerdi… Hangi köşeye baksan sahte gülüşler, nereye gitsen sahte yaşamlar… Şehirde sahte tebessümlerin hâkim olduğuna dair ciddi emarelerdi sonuçta bunlar ama O’nun aklında şehrin çocuklarından başka bir şey yoktu…
Hayalleri vardı; çocuklara, eğitime, şehre ve vatana dair… Adım adım dedi ilerleyeceğiz, adım adım sorunları çözeceğiz… Nitelik dedi, performans dedi, liyakat, her daim çalışmak dedi… Aylarca bunları tek başına kalmak pahasına dile getirdi, nitekim yalnız kaldı, yalnız bıraktırıldı… Çocukları herkesten çok sevdi, onlar bizim önceliğimiz, geleceğimiz ve asli görevimiz dedi… Önce onları düşüneceğiz, onları hesaba katmadan yapılanları bir daha yapmayacağız dedi… Şehrin göbeğinde kurulu çiftliklerin ağaları isyan ettiler… Yıllar yılı beyinlere nakşettikleri ezber bozuluyordu, bir Yetim(!) dağdan gelip bağdakilere “yanlışsınız” diyordu… Ona buna peşkeş çekilen ihaleler, kurumlar, makamlar; her biri feryat ediyordu… Her taraf yangın yeri, her taraf veryansın, her taraf eyvah bağırtıları…
Bir Yetim, hepsine inat sesini daha da yükselterek yoluna devam ediyordu… Tüm ağalara inat, eğitime yön vermeye başlıyordu… O’nun sesine kulak verenler ile birlikte yürümeye başlıyordu… Aylarca süren yalnızlığın ardına bir aile ortaya çıkıyordu… Bir gün bakmışsınız bilmem kaç kilometre uzaklıktaki bir dağ köyünde, dağ gelinciklerinin yanı başındalar… Bir gün bakmışsınız yıllar yılı göz ardı edilmiş, hor görülmüş kimsesizleri omuzlamışlar… Onlar birbirlerine inandıkça, onlara inananlar her geçen gün artıyordu…
Ne fitne ile işleri oldu, ne de fücur ile… Dik durmaktan, eğilmemekten, çalışmaktan ve şehrin çocuklarını düşünmekten başka bir günahları olmadı… Ağalar çıldırmış, ağalar feryatta… Şehrin çocuklarına sevdalı yetimi yıldırmak için mubah her türlü fitne, her türlü fücur… Biliyorlar ki; o yetim giderse çevresindeki kalabalık dağılacak… Tüm kavga buna yönelik, tüm hesaplar bu yönde… Düşünmezler ki; seriyye kervanı hala dimdik yolunda…
Kendisi gibi bir Yetim, şiirinde; “Bu dava, Bir Yetim’in (S.A.V.) ‘Kâinata Yön Veren Haykırış’ Davasıdır” diyordu… Ve O(S.A.V.)’nu kendine örnek alan Yetim, şehrin “Eğitime Yön Veren Haykırış” davasını oluşturuyordu kısa sürede… Dürüstlüğüyle, çalışkanlığıyla, çiftlik ağalarına göz açtırmamasıyla, şehrin çocuklarına duyduğu sevdasıyla yüreklere dokunuyordu… Ve bir gün; zift karası aktörlerin sahnelediği kahrolası bir oyun ile şehrinden koparılma(!) noktasına geliniyordu…
Bir şehir yitik, bir şehir yetim şimdi… Şehrin çocukları gözü yaşlı, şehrin çocukları yetim şimdi… Oluşturduğu aile yoksun, üzgün, yitik, yetim şimdi… Bitmek bilmeyen, yolların gide gide bitmediği bir yolculuk… Sanki eski bir radyodan yükseliyor sesler; “…görecek günler var daha, aldırma gönül aldırma…” Gel gör ki; aldırıyor gönül, gönül bu; kabullenemiyor… Bir Yetim’e, tüm varlığını kimsesiz şehrin çocuklarına adayan bir Yetim’e yapılanlara bu gönül aldırmazlık edemiyor… “Bu yaptığınız hak yemek, bu yaptığınız kahpelik ulan” diye bağırası geliyor…
Bugün bakıyorum da şöyle geriye; kendisi çocukların abisi, eşi ise ablası olmuş bu şehirde. Yetimlere baba, öksüzlere anne olmuşlar. İntiharın eşiğinden döndürdükleri çocukların hayat boyu unutmayacakları bir küçük dokunuş var bu şehirde… Seçim sofralarında oy pazarlıklarına kurban edilen, ihalelere fesat karıştırmadığı için şikâyet edilen bir Yetim var bu şehirde… O’na; bir gece hastanede ziyaret ettiği 14 aylık kız çocuğu şehadet edecek, intiharın eşiğinden döndürdüğü çocuk, soğuk yurt odalarında aile sıcaklığını hissettirdiği gençler, bir dağ köyünde yalnız değilsiniz dediği gelincikler şehadet edecek… Peki ya siz; kirli yüzler, fitne fücur kabadayıları, saray soytarıları, mensubiyet hastalığına tutulmuş cüzzamlı ruhlar; size kim şehadet edecek?
16 Nisan 2014, Can SERDAR