Osmalı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in 40 yılına damga vuran bir öğretmenin öyküsü…
İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali üzerine sahte bir Fransız pasaportu bulur. Adı Jan Piyer olarak nam salar. Mücahitlere yelkenli ile cephane taşır. Yolda gemi yakalanınca iyi fransızcasının yardımı ile ellerinden kurtulur ve cephaneyi Trablusgarp’a ulaştırır.
Üsküp ve Kastamonu’da öğretmenlik yapar. Ankara Lisesi müdürü iken Liselere ilk kadın öğretmen atanması onun sayesinde olur. Maarif vekilinden gelen “devlet teşkilatlanması için yeterli personel olmamasından ötürü, 9. sınıfları 11’e geçirip mezun edin” emrine karşı çıkışı eğilip bükülmeyen karakterindendir. Ondandır ki öğretmenlik hayatından sonra işçilik yapmıştır.
Kendisine çevresindekiler sorarlar; “Sende bu kadar meziyet varken ve değersiz insanlar bile hayatta muvaffak olurken sen niçin suyun yüzünde kalamayıp boğuluyorsun?” Anlatayım, der ve anlatmaya başlar; “Bir köpeği suya attığınızda tıpkı yürür gibi yaparak yüzer ve boğulmaz. Zira köpek vücudunun yapısı buna göredir. Ağzı ve burcu denizaltı kulesi tarzındadır. İnsanoğluna gelince; vüzut yapımız köpeklerinki gibi olmadığından su yüzünde kalabilmek için hususi talim gerekir. Nice köpekler selamet sahiline yüzerken lüzumlu talim ve terbiyeyi almayan bir insan olarak ben dalgalarda boğuluyorum.”
Haldun Taner’in aktardığına göre Aydın’da hamallarla birlikte çalışır ve hepsini hayretler içerisinde bırakacak şekilde onların taşıyamayacakları ağırlıkları sırtlar. Bir Osmanlı paşasının oğlu ve Mekteb-i Sultani mezunu olduğunu sık sık unutarak, unutturarak… Ankara vapurunun süvarisi Şefik kaptan, Haldun Taner’e ön güvertede halat saran sakallı bir çımacının kendisine Lamartine’in “Le Lac – Göl” şiirini ezbere okuduğunu anlatır. Bu kadar güzel Fransızca bilen bir çımacıyı o güne kadar hiç görmediği için baş çarkçıya bu çımacının kim olduğunu sorar. O da sakallı çımacının İstanbul’dan İzmir’e ücretsiz gitmek için boğaz tokluğuna çımacılık yaptığını anlatır. Sakallı Celal’in istese bu kadar parayı bulması zor değildir lakin öyle esmiş öyle yapmıştır.
Orhan Veli’nin “Socrates”e benzettiği, Melih Cevdet Anday’ın “Raziye” romanındaki “Dayı” karakterinin esin kaynağı, Ahmet Haşim’in sohbetlerini “Harikulada saçmalar” olarak nitelediği “Bir Eski Zaman Kahramanı”…
Bir Tren’de ateşçilik ederken Kazım Karabekir Paşa’nın da aynı trende yolculuk ettiğini öğrenince yanına gider ve bulur onu. Eğitimin nasıl olması gerektiğine dair görüşlerini paylaşır. Paşa’yı şaşırtır. Hayatının her döneminde lafını esirgememiş, doğrularını dile getirmiştir.
Öğretmenlik yaptığı bir kasaba okulunda öğretmenler odasına bir bilim insanının toprakta inceleme yaparken tasvir edildiği bir fotoğraf asar. Ertesi gün fotoğraf yerinde yoktur. Sorar soruşturur, meğer öğretmenler fotoğraftaki bilim insanının şapkasından tedirgin oldukları için kaldırmışlardır fotoğrafı. Bunu öğrenince Celal bağırır onlara “Ulan” der, “adam sizin hatırınız için güneşin altında baş açık mı çalışsın”…
“Tevfik Fikret’in “Şermin” adlı eserinde “İthaf” isimli manzumenin Satı Bey’in Nişantaşında açtığı “Yuva”ya ithafen yazıldığını öğreniyoruz;
Yuva şefkat yuvasıdır,
Ninelerdir onu yapan;
Fakat yavrum, senin yuvan
Bir marifet yuvasıdır;
Bunu ancak irfan yapar,
Bunun ayrı değeri var.
Sev yuvanı; orada sen
Kardeşlerinle koşarak,
Ötüşerek, oynaşarak,
Öğrenirsin -öğrenmeden
Nedir zahmet, nedir keder-
Faideli birçok şeyler
Haydi yuvana yavrucak;
O marifet yuvasıdır,
Ve fazilet yuvasıdır.
Orda fikrin uyanacak;
Orda kanat açacaksın,
Yükseklere uçacaksın!
Tevfik Fikret, Şermin
Satı Bey bu arada Sakallı Celal’in kız kardeşi Cemile ile evli imiş.
Kaynak: Sakallı Celal – Bir Türk Filozofunun Yeniden Doğuşu, Orhan Karaveli
Not: Yazı aralıklarla düzenlenmeye ve genişletilmeye devam edilecektir. Bu kitabın sadece 1. Bölüm’ünde geçen yazılardan derlenmiştir.